Doğum yeri Nazilli olan ama 11 yaşından sonrasını Nazilli dışında geçiren biri olarak Nazilli’de uzun yaşam sırları üzerine yazmak boynumun borcu oldu. Türkiye’de gerontoloji (1) biliminin öncüsü kabul edilen Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. İsmail Tufan’ın Tübitak desteği ile yürüttüğü “Türkiye Yaşlılık Atlası” araştırması olması gerektiği gibi medyada çok ilgi gördü. National Geographic Mayıs 2012 sayısında da bu araştırmanın sonuçları grafikler, fotoğraflar eşliğinde yayınlandı. Araştırmanın bilimsel sonuçları Türkiye’de yaşlılık çalışmaları açısından çok önemli ve İsmail Hoca’yı ve ekibini gerontoloji disiplininin Türkiye’de öncüsü oldukları için ve özellikle bu çalışmalarından dolayı kutlamak gerekiyor. Nazilli atlasta dikkat çeken önemli yaşam alanlarından biri. İsmail Hocaların çalışmasının medyada yankılanmasından sonra çevremde Nazillili olduğumu bilenlerin, de facto uzun ömürlü olacağıma dair espirili dokunduruşlarının halen devam ettiğini belirtmem gerek. Nazilli’yi istatistiklerde öne çıkaran nüfusunun her 100 kişisinden 23’ünün 60 yaş ve üzerinde olması, 90 yaş üzerinde 161 sağlıklı yaşlısının bulunması. Benim için Nazilli bir memleket olmanın ötesinde sağlıklı yaşamın, uzun ömrün ve sağlıklı beslenmenin de önemli merkezlerinden. Dolayısıyla bilimsel araştırmanın sonuçlarına saygı duyarak Nazilli’deki uzun ömrün, tek başına beslenmenin yeterli olmadığı önkabülüyle, sağlıklı beslenmenin nedenleri üzerine kişisel görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Beslenme uzun yaşamın ve nitelikli, sağlıklı yaşlanmanın en önemli unsurlarından biri hiç şüphesiz. Nazilli’de üretilmiş besinlerden bizi yoksun bırakmayan babama şükran borcum çok fazla. Kendi mutfağımızda tükettiğimiz yiyecek-içeceklerimizin önemli bir bölümünü rutin aralıklarla kargo ile gönderdiği için kendisine hep minnettar kalacağız. Yoksa o lezzetli etleri, taze otları, enfes peynirleri, ince kabuk pembe domatesleri, burcu burcu kokan maydanozları, kestaneleri, çiğ fıstıkları, köy yumurtalarını Eskişehir’de nerede arar da buluruz?

Nazilli’nin Türkiye coğrafyasındaki yaşlılık atlasında öne çıkmasının nedenlerini kendimce paylaşayım. Öncelikle Ege insanının yalnızca Türkiye değil, dünyanın en şanslı coğrafyasında yaşadığını düşünüyorum. Denizse deniz, ormansa orman, yeşilse yeşil, iklimse iklim, suysa su… Bu bakımdan doğanın cömertçe davrandığı bir coğrafyanın çocukları Egeliler. Nazilli’nin bu coğrafyada farkı ise bence insanlarındaki rahatlıktan kaynaklanıyor. Lütfen kimse alınmasın, sevgili okuyucular bundan sonraki cümlelerde kullanacağım sıfatları, tanımlamaları negatif anlamları ile değerlendirmesinler. Gerçek şu ki Nazilli insanı az biraz gamsız, çokça rahat, fazlasıyla keyfine düşkündür. Bunun nedeni sıcak iklim midir, yapısal mıdır, bolluk, bereket midir bilemiyorum, araştırmak lazım:) Bu nedenledir ki öyle dünya sorunlarını pek de kafasına takmaz, kendini yıpratırcasına çok çalışmaz. Çünkü buna gerek yoktur. Çalışmak kısaca hayatını idame ettirmekse, karın doyurmaksa eğer Nazilli insanı tam da bu amaçla karın tokluğuna çalışır. Doğa cömert dedik ya, kışın doğanın bahşettiği otu toplar ya da pazardan üç kuruşa satın alır yer, yine karnını doyurur. Yazın çingene pilavı (cingen pilavı derler) yapar (çökelek, domates ve zeytinyağı ile karıştırılıp hızlıca sonuca ulaşılan salata) yapar, karpuz keser karnını doyurur, ya da zeytinyağı gani olduğu için zeytinyağından taze o gün toplanmış patlıcan, biber kızartır, üzerine süzme yoğurt döker yine de karnını doyurur. Gördüğünüz gibi sağlıklı beslenmek doğal birşeydir Nazilli insanı için. Küçük büyük herkesin uğraşacağı irili ufaklı toprağı olduğu için, kiminin portakal bahçesi, kiminin pamuk tarlası (hala kaldıysa tabii), kiminin zeytinliği, kiminin sebze ekip biçtiği daracık alanlara sahiptir.


Rahmetli anneannem 83 yaşında vefat etti. Ölene kadar bakıma muhtaç olmaksızın, pazar alışverişini dahi kendi yapacak kadar günlük işlerini görürdü. Benim hatırladığım kronik bir hastalığı yoktu. Herşeyden ölçülü yer, sofrasında kızartması (zeytinyağında olduğunu belirtmeme gerek var mı?) ve peyniri eksik olmazdı. Üstelik buzdolabı da yoktu. Askıda duran tel dolabında günlük hazırlayıp saklardı yemeklerini. Bu aralar aklıma düştü bu dolap, merak ediyorum akıbetini. Benim için yüksekte olduğu için ulaşılamaz ama merak uyandıran bir dolaptı anneannemin tel dolabı. Anneannem, 1980’lerde hızla yayılan muzur gıda ürünleri olan kolayı biz içerken görür, içinde alkol olduğunu düşünüp içmezdi, oysa adım gibi eminim ki bir kere içse çok hoşuna gidecek ve devamını isteyecekti. Nitekim aynı dönemde her yanı saran sarelle çeşmelerinden doldurttuğumuz sarelleye direnemediğini de hatırlıyorum. Öğünlerini tam yağlı peynirle tamamlardı. Sağanak yağmurlu bir kış gecesinde evinin üst katında çatı su aldı mı diye kontrole çıktıktan sonra elektrikler kesilince ahşap merdivenlerden düştüğünde yalnız bir şekilde yaşamı son buldu. Huzur içinde yatsın nüktedan, kıvrak zekalı anneannem. Kısacası uzun ve nitelikli yaşam sanki verili bir şey gibidir Nazilli diyarında.
Organik gıda meseleleri henüz tedavülde değilken doğanın vergisi zenginlikler ile doğal ürün cenneti olan Nazilli ve yöresi şimdi pek revaçta. Yol kenarlarında incir, zeytin, portakal tezgâhları kuran insanlar önceden sadece portakal, zeytinyağı ve incir olarak satılan ürünlerini “organik” portakal, “organik” zeytinyağı, “organik” incir olarak “pazarlayarak” satıyorlar. Bu ürünler zaten dededen kalma ağaçların meyveleri. Dolayısıyla gerçekten de doğal yani yeni deyimiyle organik.

Zehra Teyze, Nazilli’deki müstakil bahçeli evimizin bulunduğu çamlı sokakta pazar kurulmaya başladığı 1980’lerin sonlarından 1990’ların sonlarına kadar kapımızın önünde yıllarca ürünlerini sergiledi. Her cumartesi komşumuz oldu. Şimdilerde belediyenin yaptığı üstü kapalı pazar yerinde oğlu Adnan Abi’yle ürünlerini satıyor. Hem üretiyorlar, hem pazarda ürünlerini satıyorlar. Aracısız, doğrudan müşteriye ulaşınca da hem daha güvenilir hem daha ucuz oluyor sebze, meyve ve süt ürünleri. Evinde bir-iki ineği olan tüm köy evlerinde geçimlik süt ürünleri de üretilir. Dolayısıyla temiz, pak köylü kadınlar akça pakça çökeleklerini, süzme yoğurtlarını, kaşıklarla desenler yaptıkları tereyağlarını da pazara getirip satarlar. Köyevi, bağevi bahçesinde serbestçe gezinen tavukların yumurtaları da pazarda değişim değeri kazanır.

Zehra Teyze bahçesindeki zeytin ağacından topladığı zeytinleri dilmiş, boş su petine basmış işte pazarda satmaya getirmiş. Bazen modern insanın sağlık, gıda güvenliği endişelerini anlamsız bulduğum oluyor, buna kendi kaygılarım da dahil. Şimdi böyle kaygıları olan birçoğumuz “pet şişede zeytin mi saklanır, temizliğinden nasıl emin olacağız” gibi içimizi kemiren sorular yumağında dolaşabiliriz. Ama çeşit çeşit kimyasallarla uzun ömürlü hale getirilen, olgunlaştırılan, üzerlerine manipülatif son tüketim tarihleri konan ürünler daha mı güvenli acaba? Bu ikilem kentli, eğitimli, modern insanın en büyük dilemmalarından biri olmaya devam edecek sanırım. Nazilli’de her gün semt pazarları kurulur. Bu semt pazarlarındaki satıcıların çoğu çevre köylerden gelen kadınlardır, teyzelerdir. Çoğunun yaşı da ilerlemiştir. Ama sabah gün ışırken yaz-kış bahçelerinden, tarlalarından, bostanlarından ürünlerini keyifle toplarlar, heyecanla köy dolmuşlarıyla bu pazarlara getirip satarlar. Bu ürünleri aracı satıcılardan farklı olarak seçerek, beğenerek alırsınız. Bu yüzden çok da şımarıktır Nazillili, “şehirli” tüketiciler, bazen hiç de üretici dostu olmadıklarını düşünürüm. Zaten çok düşük kar marjıyla ürünlerini satan pazarcılarla pazarlık yaparlar, en iyisini en ucuza, daha da ucuza almak için ezerler köylüyü. Mesela aşağıdaki “pıransa”nın fiyatına bakar mısınız? Bunun nesine pazarlık yapacaksınız daha Allah aşkına?


Nazilli’de araştırmaların da gösterdiği, benim yılda birkaç aile ziyaretlerinde gözlemlediğim gibi nüfusu hızlıca yaşlanan bir kent. Bunun sosyolojik olarak nedenleri Cumhuriyetin ilk döneminde açılan Türkiye’nin en büyük Sümerbank fabrikasının atıl bir hale getirilerek üretim alanından çıkartılması (zamanında 5000 işçinin çalıştığı, kentin yerlileri tarafından “GıdıGıdı” denen, işçilerin kent-içi ulaşımında kullanılan demiryolu bağlantısı olan bir fabrikadan bahsediyorum), eğitim kurumlarında başarılı olan öğrencilerin şehir dışındaki iyi üniversitelerde okuyup, istihdam sahası olmadığı için zorunlu yurt-içi beyin göçü veren bir kent olması, sanayi yatırımının yok denecek kadar az olması, Nazillili girişimcilerin risk almak istememesi, kente dışarıdan gelen memurların Nazilli’nin ucuz, rahat ve ulaşım olanakları gelişkin bir kent olması nedeniyle emekliliklerinde de yaşamayı tercih etmesi gibi etmenler sayılabilir. Dolayısıyla Nazilli son derece konformist bir kent olarak tanımlanabilir. Yaz dönemlerinde aşırı sıcaktan dolayı herkesin civar yazlık bölgelerdeki yazlıklarına çekildiği, kentte kalanların da 11.00-17.00 saatleri arasında siesta yaptıkları bereketli, cömert, güzel memleket. Selamlar olsun…
* Bu yazıda kullanılan tüm fotoğraflar Nisan 2011 yılında sevgili karımla sürpriz Nazilli ziyaretimiz sırasında bizzatihi kendisi Gülbin Özdamar Akarçay tarafından çekilmiştir. Kendisine her daim varolan katkısı ve desteği için çok teşekkür ederim.
1. Gerontoloji bilimi kısaca yaşlılık bilimi olarak tanımlansa da “yaşlanmanın nedenlerini ve koşullarını araştıran” disiplinlerarası bir bilim kolu olarak tanımlanmaktadır. Başlıca amacı “başarılı yaşlanma” süreçlerinin çoğalmasını sağlamak olan bilim kolu, daha genel anlamda “daha az hasta, engelli ve bakıma muhtaç, daha fazla zinde ve aktif yaşlıların çoğalması” amacını taşımaktadır. (http://gerontolojibolumu.com/gerontolojibolumu.htm)